Baktım son denemede hızı beni kesmedi, yegane japon arkadasim Magna 250'nin uzerine monte ediverdim ev yapimi olasiliksizlik motorunu. Hem o da motor bu da motor diye de düşünmedim hesaplı kitaplı gittim bu kez. Onun üzerindeyken sürekli olasılıkları gözden geçiren halimden yola çıktım. Çaktın?
Sabah olmuş uyanmışım. Dün gece bulduğum tüm geç yatma sebepleri artık birer avuç küle dönmüş. İş, güç, sorumluluk ise inadına taş, inadına kaya. Zamanı bir yana bırak, saat almış başını gitmiş... Son bir gayretle at arabalarının peşine takılan veletler gibi atlamak suretiyle ucuna takılıyorum zamanın. Ama eylemsizlik söz konusu ya, ben hızımı ayarlayana kadar ileri geri gidiyorum içinde, bir ölen dedem bir doğmamış çocuğum göz kırpıp baş eğerek giriyorlar zihin dehlizime. Neyse, akan zamanın üzerinde ağırlığımı bacaklarıma eşit olarak dağıtarak dengemi buluyorum. Buluyorum bulmasına da uyanamadım ki hala. Her sabah bıkmadan usanmadan yeniden tanıştığım gerçeklik, -gerçek hayatım- gözümü açmamla birlikte, "böyle olmak zorundaymış" gibi kibirli bir havaya bürünüyor hemen. Tafrasına soktuğum. Uğraşmayacağım, öyle kabul ettim ben onu. "En hakiki gerçek sensin kralı gelse tanımam" diyince yumuşayıveriyor. Başlıyoruz güne. Avanak bilmiyor ki motor benim içimde.
Atlıyorum basıyorum gaza, ben hızlandıkça olasılıklar uçuşup kaçışıyor, gerçeklik tekerime havlayan aylak köpekler gibi peşimde. Artık ben dursam da gün akıyor içime.
O arıyor,
bu geliyor,
biri ölüyor,
unuttuğum biri geliyor aklıma,
unutmak istediğimi anıyorum,
hep aklımdaki birini unutuyorum.
Hani yaşamak gerek ya, o hesap akıyoruz işte beraber.
Sonra bir şey oluyor. Bir ses geliyor, yoldan hiç bilmediğim biri geçiyor, bir ağırlaşıyor her şey, bir kaçıp gitme isteği gelip yerleşiyor. Ağırlığım artıyor, yere batıyor ayaklarım. Bakıyorum, yere nasıl sağlam basılır görüyorum. Kaldırıp atıyorum.
Sonra biri geliyor, biri arıyor, aramamaktan yorulduğum birini arıyorum. İş geliyor iş. Yapıyorum.
Savsaklamıyor muyum?
Yarını düşünüyorum bazen, bir madik atıyorum, yarına bir plan kuruyorum.
Düne ne olmuştu yahu?
Akşam oluyor ufaktan.
Motor rolantide, insanlar birbirini arıyor. Ucundan takılıp kayıyorum. Bu böyle ne kadar sürüyor bilmiyorum. Kendime geldiğimde hep çok geri düşmüş oluyorum. Bu zigzaglar ve inçıklar olmasa diyorum, hepten yavan olacakmış hayat.
Veyahut ben başka türlü yaşamak bilmiyorum.
GORZEB'IN TUYLERI
Sevgili günlük;
Bu gün inanıyorum ki semi-automatic simulated infinite improbablity drive emulatorunu calıştırmayı başardık. Bu cihaz yalnızca çok kısıtlı bir mekanda çok kisa süren bir olasılıksızlık alanı oluşturabildiği için ilk başlarda işe yaramaz gibi görünüyordu. Ancak R.E.M konumundaki bir rüyada zamanı bükebileceğimizi öneren teoriyi entegre ederek oldukça tatminkar bir çıktı oranı elde ettik.
Motor çalıştıktan sonra hafif bir görüntü bulanmasının ardından bulunduğumuz an ve mekan biçim değiştirip "dün gece bu gece evvelsi gece" konumuna, ardından da "eniştem beni niye öptü" mevsimine girdi. Vardigi noktada sabitlenmekte olan olasılıksızlık seviyesi kararlı bir frekansa gelince kendimi yine aynı yerde aynı biçimde otururken buldum. Bir fark, ben dahil etrafimdaki her şeyin aynı maddeden yapılmış olmasıydı. Aynı zamanda her şeyden sürekliliği olan, birbirinden farklı ama uyumlu bir müzik yayılıyordu. Önümde duran n sayıdaki boyutta görüntü verebilen televizyonu biraz izleyince aslinda buranın ne kadar aykırı bir düzey olduğunu da anlamış oldum:
İsmi Gorzeb olan bu gezegen, benim türumden daha zeki oldugu varsayilan bir yaşam formunun yönetimindeydi ve ilginç uygulamalari vardı. Örneğin bu zeki yaşam formu kendisine keyif veren bir hayvan tüyünü göbeğine sürtüyor ve yayılan titreşimler burnuna bizim salatalık kokusu olarak bildiğimiz kokuyu salıyordu. Bu kokunun cazibesiyle bagimlilik gelistiren zavallilar, gezegen yönetiminin denetiminde satılan bu tuyleri paket paket tüketiyor üstelik tuy surtturme yıllık abonelik vergisinin de maaşlarından kesilmesini peşinen kabul etmiş sayılıyorlardı. Ne ki bir başka tüyün yaydığı dağ esintisi kokusunu koklamak yasaklanmıştı. Salatalık kokusu yayan tüy, çıkarttığı titreşimler kullananlara ve çevresindekilere köpeklerin kovaladığı rüyalar gördürdüğü için her yerde yasaklanıyordu. Dağ esintili tüy ise geçtiğimiz binyılda tamamen politik ve ekonomik sebeplerle yasaklanırken abonelik formuna şu evrensel bağlayıcı bölüm eklenmişti:
Motor çalıştıktan sonra hafif bir görüntü bulanmasının ardından bulunduğumuz an ve mekan biçim değiştirip "dün gece bu gece evvelsi gece" konumuna, ardından da "eniştem beni niye öptü" mevsimine girdi. Vardigi noktada sabitlenmekte olan olasılıksızlık seviyesi kararlı bir frekansa gelince kendimi yine aynı yerde aynı biçimde otururken buldum. Bir fark, ben dahil etrafimdaki her şeyin aynı maddeden yapılmış olmasıydı. Aynı zamanda her şeyden sürekliliği olan, birbirinden farklı ama uyumlu bir müzik yayılıyordu. Önümde duran n sayıdaki boyutta görüntü verebilen televizyonu biraz izleyince aslinda buranın ne kadar aykırı bir düzey olduğunu da anlamış oldum:
İsmi Gorzeb olan bu gezegen, benim türumden daha zeki oldugu varsayilan bir yaşam formunun yönetimindeydi ve ilginç uygulamalari vardı. Örneğin bu zeki yaşam formu kendisine keyif veren bir hayvan tüyünü göbeğine sürtüyor ve yayılan titreşimler burnuna bizim salatalık kokusu olarak bildiğimiz kokuyu salıyordu. Bu kokunun cazibesiyle bagimlilik gelistiren zavallilar, gezegen yönetiminin denetiminde satılan bu tuyleri paket paket tüketiyor üstelik tuy surtturme yıllık abonelik vergisinin de maaşlarından kesilmesini peşinen kabul etmiş sayılıyorlardı. Ne ki bir başka tüyün yaydığı dağ esintisi kokusunu koklamak yasaklanmıştı. Salatalık kokusu yayan tüy, çıkarttığı titreşimler kullananlara ve çevresindekilere köpeklerin kovaladığı rüyalar gördürdüğü için her yerde yasaklanıyordu. Dağ esintili tüy ise geçtiğimiz binyılda tamamen politik ve ekonomik sebeplerle yasaklanırken abonelik formuna şu evrensel bağlayıcı bölüm eklenmişti:
"dağ esintili tüyü hiç bir şekilde yanımda taşımayacağıma; umuma açık mekanlarda ve kendime ait hanede göbeğime sürtmeyeceğime en yüksek sadakat duygularımla ve bir bitkiymişimcesine sizi temin ederim. Bu teminatın salatalık kokulu tüyü satın almama hiç bir şekilde engel teşkil etmeyeceğini ancak satın aldığım bu tüyleri kullanabilme izninin gezegen yönetiminde saklı olduğunu da pesinen ulu kadim fosiller adına kabul ederim."
...
Motoru geri vitese takıp şimdiki koordinatlara geri döndüm. Sanırım olasılıksızlık aralıgını biraz arttırmak gerekiyor.
Motoru geri vitese takıp şimdiki koordinatlara geri döndüm. Sanırım olasılıksızlık aralıgını biraz arttırmak gerekiyor.
VE KADIN YARATILDI
Hasan Gürgenarazili: Ve kadın yaratıldı
14 10 2007
Bir yazımızda, "‘Kün' dedi, üfledi. Ol anda, balçığa ‘nefes' verdi. Oracıkta ‘nefes' aldı, ‘Adem' oldu. Dört bir yana göçtü." demiştik. Bu yazımızda ise, ‘kadın'la ilgili bir söylenceye yer vermek istiyoruz.
‘Adem', ‘Adem' oldu olmasına, ama ‘Kün' diyen ona ‘nefes' verirken; kaplumbağanın yavaşlığını, boğanın bakışını ve kızgınlığını, fırtına bulutlarının kasvetini, tilkinin kurnazlığını, boranın dehşetini aldı. Sülüğün yapışkanlığını, kedinin nankörlüğünü, hindinin kabarışını, gergedan derisinin sertliğini, tekenin kokusunu onlara ekledi. Bunların üzerine de ayının kabalığını, bukalemunun şıpsevdiliğini, sivrisineğin vızıltısını kattı. Ve ‘Adem'i yani ‘erkeği' yarattı...
Erkek yaratıldı yaratılmasına, velakin eksikti.
Dört bir yana göçtü, gitti - geldi; yine kondu - göçtü. Tek başına avare, gezdi - tozdu. Birşey vardı ki, eksikti...
‘Kün' diyene gitti. Halinden yakındı. "Eksik olan birşey var, perişanım" dedi. Yalnızlığına sözü getirdi...
‘Kün' diyen; "Adem oldun, amma daha ‘adam' olmadın" dedi. Onu balçığa yatırdı. İçindeki ‘ben'den bir ‘ben' daha çıkaracağını söyledi ve ekledi: "Bir'din, iki olacaksın; ‘ben'din, ‘biz' olacaksın! Fakat, farklı bir şeyle karşılaşacaksın... O farklı şey, senin yalnızlığını alıp götürecek, dünyayı dahi görmeyeceksin, ama perişanlığın için birşey söyleyemem..."
‘Adem'in içindeki ‘ben'e ‘üfledi'. Bir kez daha ‘nefes' verdi. ‘Nefes'ine yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, ayın parıltısını, sisin gözyaşını, yılkı atının vahşiliğini, suyun duruluğunu, keçinin inadını ekledi. Ol anda, oracıkta dolaşan iblisi gördü. Onun zekasının kıvraklığını kattı. Onların üzerine, elmasın sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, buzun soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini, tavus kuşunun renklerinin canlılığı ile kaprisini de ilave etti. Ve onu, ‘kadını' yarattı..
Halinden ve yalnızlığından şikayetçi olan ‘Adem'in hem yalnızlığını gidersin hem de patavatsızlığına gem vursun istedi. ‘Adem'e: "Al sana bir ‘can-yoldaşı', onu senden farklı kıldım, farklı özelliklerle donattım" dedi.
‘Kadın'ı alan ‘Adem' hayatının en uzun ve zorlu yolculuğuna o andan itibaren başladı. Bir süre sonra onu elinden tuttuğu gibi, ‘Kün' diyene geri getirdi ve şunları söyledi: ‘Bunu bana verdin, yalnızlığımı gidersin diye, ama kaprisinden yıldım. Dünyam karardı. Ne olursun geri al, ‘ben'i bana bırak'. ‘Kün' diyen kadını geri aldı. Adem'e şimdi ‘git' buyurdu.
Adem, kısa bir süre sonra daha da perişan olmuş bir şekilde ‘Kün' diyene geri geldi ve yalvardı: ‘Onsuz yapamıyorum, ne de olsa o bana can-yoldaşıdır. Ne olursun onu bana tekrar ver!' ‘Kün' diyen bu yalvarmaya ve ısrara dayanamadı: ‘Peki, onu al ve git' diyerek, kadını Adem'e bir kez daha verdi.
Çok geçmeden Adem, yeniden kolundan tuttuğu kadınla, ‘Kün' diyenin huzurundaydı ve şunları söylüyordu: ‘Dırdırıyla başımın etini yedi; dünya bana zindan oldu. Halim perişan. Ne olur geri al ‘ben'i kurtar!' Bunun üzerine ‘Kün' diyen, Adem'in kolundan tuttuğu kadını geri aldı. Yalnız başına kalıp, derin ‘nefes' alıp, bir ‘ohh' çeken Adem, içi içine sığmaz bir şekilde koşarak ‘Kün' diyenin huzurundan ayrıldı.
Maamâfih, Adem'in ‘Kün' diyenin huzurundan ayrılmasıyla geri dönmesi bir oldu. ‘Kün' diyene bu kez daha da hararetli bir şekilde yalvarmaya başladı: ‘Ne olursun bana tekrar geri var, onsuz yapamıyorum. Dünya daha bir zindan oluyor, o olmadan. Ceylanın bakışında ve kumrularda onu görüyorum...' ‘Kün' diyen yine dayanamadı Adem'in yakarışlarına: ‘Al ve git!' dedi.
Uzunca bir süre sonra ‘Kün' diyen tekrar Adem'i kolundan tuttuğu kadınla yanında buldu. ‘Yine ne oldu?' diye sordu. Adem hemen hayıflandı: ‘Benim her dediğimin tersini yapıyor ve ben ne yapıyorsam karışıyor. Halim haraptır. Al bunu ben'den!..'
Bu kez ‘Kün' diyen tüm hiddetiyle kükredi: ‘Ne onunla, ne onsuz yapabiliyorsun, yıkıl karşımdan ve bir daha da bunun için gelme!'
Kadın; yıkılmış, daha da perişan olmuş Adem'in kolundan tutup, onu ‘Kün' diyenin huzurundan çekerek götürürken, sesi bâkî kalan kubbede hoş bir seda olarak yankılanıyordu: ‘Ben sana söyledim, dediğimi yapacaksın...'
hic66@hotmail.de
14 10 2007
Bir yazımızda, "‘Kün' dedi, üfledi. Ol anda, balçığa ‘nefes' verdi. Oracıkta ‘nefes' aldı, ‘Adem' oldu. Dört bir yana göçtü." demiştik. Bu yazımızda ise, ‘kadın'la ilgili bir söylenceye yer vermek istiyoruz.
‘Adem', ‘Adem' oldu olmasına, ama ‘Kün' diyen ona ‘nefes' verirken; kaplumbağanın yavaşlığını, boğanın bakışını ve kızgınlığını, fırtına bulutlarının kasvetini, tilkinin kurnazlığını, boranın dehşetini aldı. Sülüğün yapışkanlığını, kedinin nankörlüğünü, hindinin kabarışını, gergedan derisinin sertliğini, tekenin kokusunu onlara ekledi. Bunların üzerine de ayının kabalığını, bukalemunun şıpsevdiliğini, sivrisineğin vızıltısını kattı. Ve ‘Adem'i yani ‘erkeği' yarattı...
Erkek yaratıldı yaratılmasına, velakin eksikti.
Dört bir yana göçtü, gitti - geldi; yine kondu - göçtü. Tek başına avare, gezdi - tozdu. Birşey vardı ki, eksikti...
‘Kün' diyene gitti. Halinden yakındı. "Eksik olan birşey var, perişanım" dedi. Yalnızlığına sözü getirdi...
‘Kün' diyen; "Adem oldun, amma daha ‘adam' olmadın" dedi. Onu balçığa yatırdı. İçindeki ‘ben'den bir ‘ben' daha çıkaracağını söyledi ve ekledi: "Bir'din, iki olacaksın; ‘ben'din, ‘biz' olacaksın! Fakat, farklı bir şeyle karşılaşacaksın... O farklı şey, senin yalnızlığını alıp götürecek, dünyayı dahi görmeyeceksin, ama perişanlığın için birşey söyleyemem..."
‘Adem'in içindeki ‘ben'e ‘üfledi'. Bir kez daha ‘nefes' verdi. ‘Nefes'ine yaprağın hafifliğini, ceylanın bakışını, güneş ışığının kıvancını, ayın parıltısını, sisin gözyaşını, yılkı atının vahşiliğini, suyun duruluğunu, keçinin inadını ekledi. Ol anda, oracıkta dolaşan iblisi gördü. Onun zekasının kıvraklığını kattı. Onların üzerine, elmasın sertliğini, balın tadını, kaplanın yırtıcılığını, ateşin yakıcılığını, buzun soğuğunu, saksağanın gevezeliğini, kumrunun sevgisini, tavus kuşunun renklerinin canlılığı ile kaprisini de ilave etti. Ve onu, ‘kadını' yarattı..
Halinden ve yalnızlığından şikayetçi olan ‘Adem'in hem yalnızlığını gidersin hem de patavatsızlığına gem vursun istedi. ‘Adem'e: "Al sana bir ‘can-yoldaşı', onu senden farklı kıldım, farklı özelliklerle donattım" dedi.
‘Kadın'ı alan ‘Adem' hayatının en uzun ve zorlu yolculuğuna o andan itibaren başladı. Bir süre sonra onu elinden tuttuğu gibi, ‘Kün' diyene geri getirdi ve şunları söyledi: ‘Bunu bana verdin, yalnızlığımı gidersin diye, ama kaprisinden yıldım. Dünyam karardı. Ne olursun geri al, ‘ben'i bana bırak'. ‘Kün' diyen kadını geri aldı. Adem'e şimdi ‘git' buyurdu.
Adem, kısa bir süre sonra daha da perişan olmuş bir şekilde ‘Kün' diyene geri geldi ve yalvardı: ‘Onsuz yapamıyorum, ne de olsa o bana can-yoldaşıdır. Ne olursun onu bana tekrar ver!' ‘Kün' diyen bu yalvarmaya ve ısrara dayanamadı: ‘Peki, onu al ve git' diyerek, kadını Adem'e bir kez daha verdi.
Çok geçmeden Adem, yeniden kolundan tuttuğu kadınla, ‘Kün' diyenin huzurundaydı ve şunları söylüyordu: ‘Dırdırıyla başımın etini yedi; dünya bana zindan oldu. Halim perişan. Ne olur geri al ‘ben'i kurtar!' Bunun üzerine ‘Kün' diyen, Adem'in kolundan tuttuğu kadını geri aldı. Yalnız başına kalıp, derin ‘nefes' alıp, bir ‘ohh' çeken Adem, içi içine sığmaz bir şekilde koşarak ‘Kün' diyenin huzurundan ayrıldı.
Maamâfih, Adem'in ‘Kün' diyenin huzurundan ayrılmasıyla geri dönmesi bir oldu. ‘Kün' diyene bu kez daha da hararetli bir şekilde yalvarmaya başladı: ‘Ne olursun bana tekrar geri var, onsuz yapamıyorum. Dünya daha bir zindan oluyor, o olmadan. Ceylanın bakışında ve kumrularda onu görüyorum...' ‘Kün' diyen yine dayanamadı Adem'in yakarışlarına: ‘Al ve git!' dedi.
Uzunca bir süre sonra ‘Kün' diyen tekrar Adem'i kolundan tuttuğu kadınla yanında buldu. ‘Yine ne oldu?' diye sordu. Adem hemen hayıflandı: ‘Benim her dediğimin tersini yapıyor ve ben ne yapıyorsam karışıyor. Halim haraptır. Al bunu ben'den!..'
Bu kez ‘Kün' diyen tüm hiddetiyle kükredi: ‘Ne onunla, ne onsuz yapabiliyorsun, yıkıl karşımdan ve bir daha da bunun için gelme!'
Kadın; yıkılmış, daha da perişan olmuş Adem'in kolundan tutup, onu ‘Kün' diyenin huzurundan çekerek götürürken, sesi bâkî kalan kubbede hoş bir seda olarak yankılanıyordu: ‘Ben sana söyledim, dediğimi yapacaksın...'
hic66@hotmail.de
TECRIT
Sen yoksun,
Bakışımla var ediyorum etini.
"Sen!" dediğim an,
"Kün!" dediğinde neyse Tanrı,
"O" oluyorum.
Yokum ben,
Sen istediğinde oluyorum,
Ancak olmayana dokunduğunda hissedi(li)yorum.
Birbirimizi var ediyoruz
aynı anda şüphesini duyarak.
Kuşku içinde, yarı çıplak ve şaşkınız.
Bu olabilir miyiz biz, her an değişen,
bozulup yıkılan, veya yaratan yeniden.
Bakışımla var ediyorum etini.
"Sen!" dediğim an,
"Kün!" dediğinde neyse Tanrı,
"O" oluyorum.
Yokum ben,
Sen istediğinde oluyorum,
Ancak olmayana dokunduğunda hissedi(li)yorum.
Birbirimizi var ediyoruz
aynı anda şüphesini duyarak.
Kuşku içinde, yarı çıplak ve şaşkınız.
Bu olabilir miyiz biz, her an değişen,
bozulup yıkılan, veya yaratan yeniden.
İNSAN BİR NEDİR?
Gerceklik ile olan baglantimizi kurdugumuz bes duyunun anlamlandirildigi beyin aslinda cift yonlu calisabilen bir projeksiyon sistemine benzer. Yani hem disaridaki verileri okuyarak bunlari ses, tat, koku, goruntu, dokunma algilarina cevirir hem de iceride zihinsel olarak yarattigimiz algilari dis dunyada var eder.
Kendisinin olusturdugu uyaranlari bizim yeniden algilamamiz ise beyin icin cocuk oyuncagidir.
Ne demisti Ahtersumar? "Yalana benzer gerçeklik içinde yasarken, gerçege benzer yalanlar söylenmis... Müneccimler faslinda."
Kendisinin olusturdugu uyaranlari bizim yeniden algilamamiz ise beyin icin cocuk oyuncagidir.
Ne demisti Ahtersumar? "Yalana benzer gerçeklik içinde yasarken, gerçege benzer yalanlar söylenmis... Müneccimler faslinda."
PoV! PoV!
9 mm yarı-otomatik bir Point of View tapançası.
Vurduğunuz kişinin bakış açısını sizinkine çevirmek gibi basit bir işlevi var.
En uygun kullanım yerleri:
Vurduğunuz kişinin bakış açısını sizinkine çevirmek gibi basit bir işlevi var.
En uygun kullanım yerleri:
- eşler arası kavgalar
- basın açıklaması yapan önemli şahsiyetler
- ceza yazmak üzere olan trafik polisi
- patronunuz (maaş artışı konuşması sırasında, aniden)
- ev hayvanınız
- komşunuz
KUTUPLAR SARI
Dünyanın dörtte üçü su, içi kırmızı, bir yandan da git gide soğuyor.
İçim ürperiyor, ya evde yoksan...
İçim ürperiyor, ya evde yoksan...
Adblock
YAKIN DURMAK ICIN UZAK DUR BENDEN
HŞBYK prensibi uyarınca yerküre üzerinde uzaklaşmak istediğimiz bir şahıstan kaçabileceğimiz en büyük uzaklık bu şahsımuhtereme arkadan sarılmamızla elde edilebilir. Somutlaştıracak olursak ekvatora götürerek arkadan sarılacağımız kişi bizden teori ve pratikte en fazla 41.075,161 km uzaklaşmış olacaktır. Daha fazlası şu anki teknoloji ile mümkün görünmüyor.
Dolayısıyla HŞBYK uyarınca, kaçmak yerine yapılacak en mantıklı şey hiç bunlara kafa yormadan sarılmak gibi görünüyor.
Dolayısıyla HŞBYK uyarınca, kaçmak yerine yapılacak en mantıklı şey hiç bunlara kafa yormadan sarılmak gibi görünüyor.
BIR YERE KADAR
Her şeyin bir yere kadar olma prensibi nereye bakmasını bilen bir göze sahip olan insan için engin bir bakış açısı sunar. Basittir: Her şey bir yere kadardır.
HŞBYK daha somut bir ifade biçimiyle şöyle anlatılabilir:
Bir şeyin herhangi bir anlamda deneyimlenebilen bir özelliği açısından en yüksek seviyeye ulaşmasından sonra bu azami noktada durmayıp artmaya devam etmesi durumunda ulaşacağı yer onu aynı özelliğinin alabileceği minimum noktaya yaklaştıracaktır. Yani varlığın yokluğa yokluğun da varlığa yaklaşmaya başladığı yer bir yere kadar olma prensibinin aşıldığı noktadır.
"Uzay hızını aşmalıyız"
D.K.A
HŞBYK daha somut bir ifade biçimiyle şöyle anlatılabilir:
Bir şeyin herhangi bir anlamda deneyimlenebilen bir özelliği açısından en yüksek seviyeye ulaşmasından sonra bu azami noktada durmayıp artmaya devam etmesi durumunda ulaşacağı yer onu aynı özelliğinin alabileceği minimum noktaya yaklaştıracaktır. Yani varlığın yokluğa yokluğun da varlığa yaklaşmaya başladığı yer bir yere kadar olma prensibinin aşıldığı noktadır.
"Uzay hızını aşmalıyız"
D.K.A
ELLE TUT
motor çalışıyor.
bir yandan sonsuz sayıda olasılık, olasılıklarını borçlu oldukları olasılıksızlık denizinden bir anlığına çıkmış olduklarını unutup her zaman olası olduklarını sanırken; aslında asıl olası olanın olasılık dışı kalan "bütün her şey" olduğu gözden kaçıyor.
insan olma olasılığının vücut bulmuş halleri olarak şanslı mı şanssız mı olduğumuza bakmadan olası olmakla yetinenler dışında "daha başka ne olabilirim?" diyeninden tut, "hiç olmasam daha iyiydi" diyenine kadar çarşaf çarşaf yaşıyoruz.
bunun sebebini ortamda çok fazla sperm olmasına bağlayarak işin içinden çıkmak her zaman mümkün tabii.
uzamasın,
uzaylararası, uzamlararası, metinlerarası, milletlerarası, nehirlerarası ve niyetlerarası görüşmeler diliyorum. höşmerim yer misin?
bir yandan sonsuz sayıda olasılık, olasılıklarını borçlu oldukları olasılıksızlık denizinden bir anlığına çıkmış olduklarını unutup her zaman olası olduklarını sanırken; aslında asıl olası olanın olasılık dışı kalan "bütün her şey" olduğu gözden kaçıyor.
insan olma olasılığının vücut bulmuş halleri olarak şanslı mı şanssız mı olduğumuza bakmadan olası olmakla yetinenler dışında "daha başka ne olabilirim?" diyeninden tut, "hiç olmasam daha iyiydi" diyenine kadar çarşaf çarşaf yaşıyoruz.
bunun sebebini ortamda çok fazla sperm olmasına bağlayarak işin içinden çıkmak her zaman mümkün tabii.
uzamasın,
uzaylararası, uzamlararası, metinlerarası, milletlerarası, nehirlerarası ve niyetlerarası görüşmeler diliyorum. höşmerim yer misin?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)