HALKI ASKERLIGE ISITMAK

Sokakta kıstırabildiğiniz herkese sorun; "Askere gider misiniz?" hepsi anında "çağırsınlar şimdi giderim" der. Gerçi benim kıt aklıma göre aslında ya "umarım çağırmazlar" ya da "yok canım çağırmazlar niye çağırsınlar ki?" diyorlardır. İçimizi sımsıcacık kan kokusuyla dolduran bu asil duygu, ne güzel evimizde, bir parkta, bir dost evinde otururken burnumuza barut ve kan kokusu gelmeden mutlu olabilme yetimizle çelişmiyor mu?

Olmaz ya, olur da bir gazete parçasında "zorunlu olarak elime silah alıp emir altına girmeyi vicdanen reddediyorum" diyen birileri olduğunu öğrendiğimizde cesaretine hayran kalmıyor muyuz? Sokakta "giderim!, ederim!" diyen insanların büyük çoğunluğunun bunu derken sürekli pompalanan "düşmanın vatanımızı elimizden alması" durumunu düşünerek giderim dediğini, sorunuz "Afganistan'a, Irak'a gider misin? BM/NATO gücüne katılır mısın?" olsa eliyle ayıp hareketler yapacağını tahmin edemez misiniz?

Yukarıdaki gülüşüne tez zamanda kavuşmasını dilediğim Mehmet Bal, Türkiye'deki vicdani retçilerden biri. Bu güne gelmeden Yıldırım Türker'in 2002'de Bal hakkında yazdığı yazıya bakalım:

Adanmış bir ülkücüydü. Uşak'ın Banaz ilçesinden, çiftçilikle uğraşan altı çocuklu bir ailenin oğluydu. Vatan millet aşkıyla yanıp tutuşuyor, yoksulluğa, adaletsizliğe olan tepkisini milliyetçiliğin bayrağına sarılarak gösteriyordu. Meslek lisesi mezunuydu. Gözü karaydı. İnancı ve gençliğinin sarhoşluğu içinde sürüklenmeyeceği serüven yoktu. Nitekim bir gün iki arkadaşıyla birlikte bir kuyumcunun öldürülmesi olayına karıştı. Cinayetin siyasi bir yanı yoktu. Ama cinayetin aydınlanması ve tutuklanması, Mersin'de yapmakta olduğu askerliğine rastladı. Henüz 20 yaşındaydı. Eskişehir Askeri Cezaevi'nin bir koğuşu artık ondan soruluyordu. Koğuş mümessiliydi. Ardındaki cinayetten söz etmez, kuyumcunun ölümündeki sorumluluğunu kabul etmezdi. Adı, Mehmet Bal'dı.
Bir gün koğuşuna bir vicdani retçi geldi. O zamana dek tanıdığı kimseye benzemiyordu. Mehmet, koğuş mümessilliğini ciddiye alırdı. Yeni gelenleri korumaya çalışır, onların ezilmesine izin vermezdi. Yeni gelen tuhaf adamla uzun uzun tartışıp onu anlamaya çalıştı. Adam, asker kaçağı değildi. Askerlik yapmak istemediğini gerekçeleriyle açıklamış, başına gelecekleri de kabul etmişti. Hayır, silaha dokunmayacaktı. Hayır, askerlik eğitiminden geçmeyecekti. Hayır, bedeli hapis de olsa asker olmayacak, sayılı gündür geçer deyip katlanmayacak, inancını savunacaktı. Vicdandan, vicdanın kan kardeşi retten bahsediyordu. Bu en ağır sivil itaatsizlik eylemiyle savaşın, ölümün, emir alıp emir verme üstüne kurulu toplumsal ilişkilerin karşısına dikiliyordu. Kasırga karşısında bir saz kadar güçsüzdü. Ama öte yandan göz kamaştırıcı bir gücü vardı. Koruma altına almayı, geçiştirmeyi reddettiği hayatının kırılganlığından alıyordu bu gücü. Sorgulanması imkânsızlaştırılmış, tabular anası olarak göğsümüze çökmüş bir konuda akıllı olmayı bir yana bırakıp bize vicdanının uğultusunu dinletiyordu. Güvendiği büyükleri yoktu. Savaşın ve hayatın emir-komuta zincirinin bir halkası olmayı reddeden bu adamın tahliye edildikten bir süre sonra yine hapishaneye kendi iradesiyle dönüşü inanılmazdı. Belki de Mehmet, adama o an inanmaya başladı.

Bu güne gelmek istemiyorum. 22 Ocak 2003 tarihinde vicdani reddini açıklayan ve oldukça zor zamanlar geçiren Mehmet Bal 8 Haziran 2008 Pazar gününden beri -yeniden- hiç de keyifli değil. Bizi kötü muamele görmediğine inandıracak bir gerçeklik içinde de yaşamıyoruz. Yüreği kaldıracak olanlar son 5 gününü okuyabilir.
Fotoğraf temsilidir.
(Gerçi gerçeğinin daha iç açıcı olmayacağını da biliyoruz.)

1 yorum:

özgün dedi ki...

yok, anlamazlar.

http://www.austurkiye.com/detay.asp?islem=2&SayfaNo=2725
taaa avustralya'dan oğlunu askere yollamanın gururunu yaşayan baba "duygu dolu anlar" yaşarken zor biraz..